Karanlık Mod
12-02-2025
Logo
Oruç – Ders: 01 – Orucun Mertebeleri – Ağzın Orucu – Organların Orucu – Kalbin Orucu
  • İslam Fıkhı / 5.İslamın Simgesi Olan İbadetler
  • /
  • 3. Oruç
   
 
 
Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla  
 
Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun. Sözünün eri ve dosdoğru olan Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’e salat ve selam olsun. Allahım senin bize öğrettiklerinden başka bir ilmimiz yoktur. Şüphesiz ki sen alim ve hakimsin. Allahım bize fayda verecek ilmi öğret, öğrendiklerimizden de faydalanabilmeyi nasip et. İlmimizi arttır, hakkı hak olarak göster ve ona itaat etmekle rızıklandır, batılı da batıl olarak göster, ondan sakınmakla bizi rızıklandır. Bizi, sözü işitip güzel bir şekilde itaat edenlerden eyle, rahmetinle bizi salih kullarınla beraber cennetine koy.

Oruç:

Değerli kardeşlerim, fıkıh kitabı tasnifine göre konular abdest, gusül, cünüplük hali, hayız şeklinde başlar, namaz konularından devam eder ve namazdan sonra oruç konusuna geçilir. Mübarek Ramazan ayının yaklaşması sebebiyle oruç konusunu namaz konusunun önüne alacağız. Oruç kitabından okumalar yapmadan önce bir hatırlatma yapmamız gerekir. Çünkü orucun üç mertebesi vardır: Ağız ile tutulan oruç, organlar ile tutulan oruç ve kalp ile tutulan oruç… Bak bakalım, sen hangi mertebedesin!
Halk nezdinde oruç yeme içmeyi ve orucu bozan şeyleri terk etmek suretiyle yapılan bir ibadettir. Ancak insanların ahlakları, adetleri eskisi gibi devam ediyorsa, Allah ile bağlantıları kesintiye uğramışsa hiç oruç tutmamış gibi olurlar. Bu oruç şekli, İslam’da kabul edilemez bir ibadet olur.

(( مَنْ لَمْ يَدَعْ قَوْلَ الزُّورِ وَالْعَمَلَ بِهِ ، فَلَيْسَ لِلَّهِ حَاجَةٌ فِي أَنْ يَدَعَ طَعَامَهُ وَشَرَابَهُ ))

[ الترمذي عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ ]

 “Kim yalan söylemeyi ve yalanla iş görmeyi terk etmezse, Allah'ın, onun yemesini ve içmesini bırakmasına (oruç tutmasına) ihtiyacı yoktur."  

[ Tirmizi Ebu Hureyre’den nakletmiştir ]

Çoğu insanın gözünde oruç bir adet haline geldi. Ramazanda kişiler kendilerine bir düzen kuruyorlar, sabahlara kadar oturuyorlar, yiyorlar ve uyuyorlar. Mübarek Ramazan ayı için düzenlenen her yeni şeyi takip ediyorlar, Ramazan için özel hazırlanan programlar var şimdi, onları takip ediyorlar, sahura kadar izliyorlar, sonra sahur yapıp uyuyorlar. “Oruç tutma” demiyoruz, onların oruçları oruç tutmamaları ile aynı diyoruz. Çünkü oruçları onları Allah katında yüceltemiyor. Vallahi Allah’ın bu ibadete ihtiyacı yoktur. Allah Azze ve Celle’nin yeme içmeyi terk edip sonra tekrar yeme içmeye devam etmek suretiyle tutulan bu oruca ihtiyacı yoktur. Bu ilahi bir emirdir. Bu genel halkın orucudur. Yani yeme içmeyi bırakıp orucu bozan hallerden uzak durmak… Alışkanlıklar aynı kalır, ahlak aynı, Allah’tan halen bağı kopuk. Aksine Ramazanda insanların öfkesi artıyor. Ramazanda daha çok sinirli, öfkeli oluyorlar. Bu oruç Allah’ın istediği bir oruç şekli değildir bu cahillerin orucudur. Sadece yeme içmeyi terk etmektir. Ancak tüm organlarla tutulan oruç müminlerin orucudur. Rasulullah (s.a.v) de şöyle buyuruyor:
خمسة يفطرن الصائم وينقضن الوضوء : الكذب والغيبة والنميمة والنظر بشهوة واليمين الغموس "
“Şu beş şey orucu ve abdesti bozar: Yalan, gıybet, laf taşıma, şehvetle bakma ve yalan yere yemin”

Alçalmayı savunmak ile ilerleme peşinde koşmak arasındaki fark:

Oruç nefsini, ruhunu Allah Teala’ya doğru yüceltmek içindir. Bunu yaparsan temizlenir, O’nun boyasıyla boyanırsın. Güzel ve yüce bir ahlaka sahip olursun. Kalp orucu vardır bir de, Allah’tan başka her şeye karşı oruç tutarsın, işte bu da muttakilerin orucudur. Müslümanların orucu, müminlerin orucu, muttakilerin orucu… Muttakilerin orucu Allah’tan başka her şeye karşı oruç tutmak, O’ndan başka hiçbir şeyle meşgul olmamak, O’ndan başka hiçbir şeye yönelmemektir. 

Sen tatlı ol da, bütün hayat zehir olsun, Sen razı ol da, bütün insanlar öfkeyle dolsun.. 

Benim aram iyi olsun yeter ki seninle, İsterse harab olsun bütün herkesle. 

Sevgin gerçekleşti mi gerisi boştur, toprağın üstündeki her şey gün (gelecek) toprak olacaktır.

Alçalmayı savunmak ile ilerleme peşinde koşmak arasında büyük bir fark vardır. İnsan hayatı boyunca vasatlığı, düşüklüğü savunur. Zira nefsi kötüyü ister, o da her zaman izin vermez. Hep bir mücadele vardır. Çünkü o Allah’ı tanımaz, Allah’a yakın olmanın tadını almamıştır. İmanın tadına varmamıştır. İşte bu hale alçalmayı savunmak deriz. Nefis kötülüğü emreder, ama o Allah’tan korkar, hep bir mücadele içindedir. İşte bu nefs-i emmaredir, kötülüğü ister ve sahibi ona öğretmemiştir, Allah’ın dinini öğretmemiş, Allah’ın dinini kavratmamış, Allah’a ulaşmasına yardımcı olmamıştır. Günahları çoğalır, bağı kopar ve günaha dalar. Günahını da örter. Örtüsü mutsuzluğudur. İşte kötülüğü emreden nefs-i emmare budur. Nefs-i emmare… müminin nefsi ise gece boyu uyumaz ve bir kelime söyleyip durur: “Bana kızdı çünkü onu kandırdım. Birinin sırrını diğerine anlattım, aralarında kötü bir durum oluştu, şer meydana geldi. Laf taşıyan cennete giremez.” Gece uyuyamaz hep der ki: “Uyumadın” gece boyunca döner durur, ikinci gün hediye alır ve o kişiye götürür. Af diler çünkü nefsinden dolayı acı çekiyordur. Bu iyi bir mertebedir. Allah Teala buyuruyor ki:

﴾ لَا أُقْسِمُ بِيَوْمِ الْقِيَامَةِ *وَلَا أُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ ﴿

[ سورة القيامة :1-2 ]

 “Sandıkları gibi değil, kıyamet gününe yemin ederim! Öyle değil, kendini kınayan nefse yemin ederim!”  

[ Kıyame Suresi: 1-2 ]

Kendini kınayan nefse sahip olan kimse hayırdadır. Onun nabzında duyarlılık vardır. Bir Cuma günü Şam çarşısındaydım. Bir yerde toplanmış insanlar gördüm, baktım bir adam vardı. “öldü” dediler, bir de doktor vardı o da “öldü” dedi.  Bir kişi vardır günah işler, gıybet eder, küfürlü konuşur, iki kişinin arasını açar ve der ki: “Ah ben ne yaptım?” O samimidir. Ama bunun manası Allah’ın azabından kurtulduğu anlamına gelmez. Yani o aslında nabzı olmayan bir ölüdür. 

(( وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَوْ لَمْ تُذْنِبُوا لَذَهَبَ اللَّهُ بِكُمْ وَلَجَاءَ بِقَوْمٍ يُذْنِبُونَ فَيَسْتَغْفِرُونَ اللَّهَ فَيَغْفِرُ لَهُمْ ))

[ الترمذي عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ ]

 “Canımı kudretiyle elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, siz hiç günah işlemeseydiniz, Allah sizi yok eder ve yerinize günah işledikten sonra Allah’tan af dileyecek bir millet getirir ve onları da affederdi.″ 

[ Tirmizi Ebu Hureyre’den nakletmiştir ]

Yani günahlarının farkındadırlar. Bu sana ne söylüyor? Bir şey yaptın mı? Dünya yıkıldı. Ve der ki: “Bir şey yaptın mı?” Der ki “Allah çok bağışlayıcı ve çok merhametlidir.”

Zavallı insan heva ve heveslerine uyar  ve sürekli de Allah’tan bekler durur:

İki gün önce biri diğerine şöyle dedi: Rabbimiz neden zorlaştırıyor:

﴾ قُلْ يَا عِبَادِيَ الَّذِينَ أَسْرَفُوا عَلَى أَنْفُسِهِمْ لَا تَقْنَطُوا مِنْ رَحْمَةِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَغْفِرُ الذُّنُوبَ جَمِيعاً إِنَّهُ هُوَ الْغَفُورُ الرَّحِيمُ ﴿

[ سورة الزمر : 53 ]

 “De ki (Allah şöyle buyuruyor): “Ey kendi aleyhlerine olarak günahta haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah (dilerse) bütün günahları bağışlar; doğrusu O çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.” 

[ Zümer Suresi: 53 ]

Allah Azze ve Celle diyor ki: ümidinizi kesmeyin, umutsuzluğa kapılmayın, bir kıssa anlatıyor. Dedim ki: Ayetlere devam et, ondan sonra gelen ayet tam olarak şöyle:

﴾ وَأَنِيبُوا إِلَى رَبِّكُمْ وَأَسْلِمُوا لَهُ مِنْ قَبْلِ أَنْ يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ ثُمَّ لَا تُنْصَرُونَ *وَاتَّبِعُوا أَحْسَنَ مَا أُنْزِلَ إِلَيْكُمْ مِنْ رَبِّكُمْ مِنْ قَبْلِ أَنْ يَأْتِيَكُمُ الْعَذَابُ بَغْتَةً وَأَنْتُمْ لَا تَشْعُرُونَ *أَنْ تَقُولَ نَفْسٌ يَا حَسْرَتَا عَلَى مَا فَرَّطْتُ فِي جَنْبِ اللَّهِ وَإِنْ كُنْتُ لَمِنَ السَّاخِرِينَ ﴿

[ سورة الزمر : 54-56 ]

 “Azap size gelip çatmadan önce rabbinize yönelip O’na teslim olun; sonra kimseden yardım göremezsiniz. Hiç farkında olmadığınız bir sırada azap ansızın başınıza gelmeden önce rabbinizden size indirilen en güzel hükümlere uyun; Ki sonra hiç kimse, “Allah’a itaat hususunda gerekeni yapmadığım için yazıklar olsun bana! Ben gerçekten de (İslâm ile) alay edenler arasında yer almıştım” diyerek (kendi kendini kınamasın);” 

[ Zümer Suresi: 54-56 ]

Tövbe ile Rabbine dön, emrlerine teslim ol. Eğer nefsine yetişemezsen tövbe ile, tam bir itaat ile ona dönersin. Bir anda azap gelir. İnsanları ümitsizlikten alıkoyan bu adamın sözü nerede? Kuran ayetleri şöyle:

﴾ ثُمَّ إِنَّ رَبَّكَ لِلَّذِينَ هَاجَرُوا مِنْ بَعْدِ مَا فُتِنُوا ثُمَّ جَاهَدُوا وَصَبَرُوا إِنَّ رَبَّكَ مِنْ بَعْدِهَا لَغَفُورٌ رَحِيمٌ ﴿

[ سورة النحل : 110 ]

 “Öte yandan, bilesin ki rabbin, eziyetlerle sınandıktan sonra yurtlarından göçenlerin, ardından çabalarını sürdürüp sabır gösterenlerin yardımcısıdır; artık bu yapılanlardan sonra rabbin elbette çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.” 

[ Nahl Suresi: 110 ]

Sen bir ilah ile muamelede bulunuyorsun ve zannediyorsun ki genişliği yerlerin ve göklerin genişliği kadar olan cennetin bir fakire verdiğin iki Frank ile, abdestsiz kıldığın iki rekat namaz ile gelecek. Ancak Allah’ın serveti pahalıdır, değerlidir. Bir halı mağazasına git ve bir el dokuma İran Tebriz halısının fiyatını sor. Derler ki: “Otuz sekiz bin.” Satıcıya de ki: Bunu bana beş yüz liraya ver benim başka param yok.” Sen bu satıcıdan çok sert ve ağır sözler işitirsin, seni oradan kovar. Bir halının değeri buysa, genişliği yerler ve gökler kadar olan cenneti istiyorsun sen, istediğin kadarını veriyor ve umarak beklemeye devam ediyorsun. İşte bunu yapan kişi zavallıdır. Bu başlı başına akılsızlıktır. Zavallı, akılsız kimse heva ve heveslerine uyar, sonra da Allah’tan bekler durur.
Şimdi yeryüzünün doğusunda ve batısındaki müslümanlar ne zaman harekete geçseler, “Ya Rabbi bizi cennetinle rızıklandır.” Diyorlar. Güzel bir şey… “Ya Rabbi biz imtihan kulları değil ihsan kullarıyız. Ya Rabbi affını ve keremini bizden esirgeme.” Allah Azze ve Celle de şöyle buyuruyor:

﴾ وَتِلْكَ الْجَنَّةُ الَّتِي أُورِثْتُمُوهَا بِمَا كُنْتُمْ تَعْمَلُونَ ﴿

[ سورة الزخرف : 72 ]

 “İşte bu, yapmakta olduklarınıza karşılık size mîras verilen cennettir.”  

[ Zuhruf Suresi: 72 ]

﴾ فَوَرَبِّكَ لَنَسْأَلَنَّهُمْ أَجْمَعِينَ ﴿

[ سورة الحجر : 92 ]

 “Rabbine andolsun ki muhakkak surette onların hepsini sorguya çekeceğiz!”  

[ Hicr Suresi: 92 ]

Her şeyin yaratıcısı olan Allahım bizi sorguya çekme! Bu Kuran’a aykırı olan bir duadır. Bu Rasulullah (s.a.v.)’in duası değildir ancak Kur’an’ı hiç bilmeyen birinin duasıdır. 

Orucun Çeşitleri:

Orucun çeşitleri vardır; biri ağzın orucu ki bu halkın tuttuğu oruçtur. Müminlerin orucu organların orucudur. Muttakilerin orucu ise Allah’tan başka her şeye oruçlu olmaktır. Vaktinizin on iki saati geçse ve aklınıza Allah’tan başka bir şey gelmiyorsa o zaman siz Allah ile meşgul olanlardan olursunuz. Allah Teala şöyle buyuruyor:

﴾ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا اللَّهَ ذِكْرًا كَثِيرًا ﴿

[ سورة الأحزاب :41 ]

 “Ey iman edenler! Allah’ı çok çok anın.”  

[ Ahzap Suresi: 41 ]

İnsan kendi kendine konuşurken yüksek sesle konuşmaz. Halep’e doğru yola çıkarsın, kimseyi tanımazsın dolayısıyla susar konuşmazsın. Ama aklının içinde milyonlarca düşünce ve hikaye vardır orda susmazsın. Şöyle şöyle çalışacağım, bir ev satın alacağım, evleneceğim, içinden hep konuşur susmazsın. Kendine bir bak, yol boyunca ne konuşuyorsun veya yolculukta değil, Şam’da Şeyh Muhyiddin’den Merce’ye otobüse bin.  Yolda ne konuştuğuna bir bak. Milyonlarca hikaye geçer aklından, akşam bu hikayeleri bir gözden geçir, hepsi dünyalık şeyler ise bir problem var demektir. 
Kimin uyandığında en büyük derdi dünya olursa Allah fakirliği onun gözleri arasına koyar, hayatı dağılır, parçalanır. Dünyadan da alacağı kadarını alabilir. Kendine bak, ahiretle ilgili düşüncelerin oluyor mu? Ahirette kurtuluşa erenlerden olmamaktan korkuyor musun? İmanın konusunda endişeli misin? İstikametin ile ilgili kaygıların var mı? Namazın konusunda rahat mısın? Kendinin bu konularda iyi olmadığını düşünüyor musun? Kendinde bir münafıklık tarafının olmasından korkuyor musun? Rasulullah (s.a.v) hakkında bir hikaye duyduğunda ağlıyor musun? Allah’ın kitabını okuduğunda etkileniyor musun? Onunla etkileşime giriyor musun? Allah katındaki konumunu biliyor musun? Eğer bunları düşünüyorsan tebrik ederim. İşte bu kalp orucudur ve Allah’tan başkasına orada yer yoktur.
Bir de organların orucu vardır. Ağzın orucu vardır. İnsanların genelinin orucu sadece ağızlarıyla tuttukları oruçtur. Tıpkı bir deve gibi, o deve bağlanmıştır ama neden bağlandığını da sonra neden çözüldüğünü de bilmez. İnsan da neden oruç tuttuğunu bilmez. Bilmiyor sana bunu kanıtla diyor. İyi ramazanlar, sonra bayram gelir nereye gider? Lazikiyye’ye gider deniz kenarında bir yazlık alır, yanına müzik dinlemek için ekipmanlarını da alıp denize gider, bayram yapar. Münafık bağlanıp, neden bağlandığını sonra da neden çözüldüğünü de bilmeyen bir deve gibidir. Bu cahillerin orucu, avamın orucudur. Onlardan olmaktan Allah’a sığınırız. İnşallah gelecek ders mübarek Ramazan ayına hazırlık olarak orucun hükümlerini ele almaya başlayacağız.

* * *

Akıl ve Değeri:

Şimdi İhya-u Ulumu’d-Din’den seçtiğimiz bir bölüme başlayalım. İlim konusunu bitirmiştik. İlmin faziletleri, ilim talep etmenin, ilim almanın kıymeti, ilim öğretmenin önemi, ihlaslı alimlerin özellikleri… Üç ayda on iki özelliği ele aldık. Her hafta bir özelliği konuştuk. Şimdi de bu kıymetli eserin diğer bir büyük başlığına geçiyoruz: “Akıl ve Değeri, Hakikati ve bölümleri”
İmam Gazali diyor ki: Meyvenin ağaçta bulunması gibi, ilmin de bulunduğu bir yer vardır orası akıldır. Yani ilim tıpkı meyvenin ağaçta bulunduğu yer gibi akılda toplanır. Yani ilim meyvedir, akıl ağaçtır. İlim ağacın yani aklın ürünüdür.
Işık güneşten gelir, Akıl güneştir, ilim ışıktır. Görüntü gözden çıkar. Göz akıl, görüntü ilimdir. Peki, böyleyse bir şeyin aslı, temeli nasıl değerli olmaz? Allah onu bir nur olarak isimlendirmiş, aklı bir nur, bir ışık olarak adlandırmıştır. Şöyle buyurur:

﴾ اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ زَيْتُونَةٍ لَا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَنْ يَشَاءُ وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ ﴿

[ سورة النور : 35 ]

“Allah göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun misali, içinde kandil bulunan bir kandilliktir. Kandil bir cam içindedir, cam inciyi andıran bir yıldızdır; (bu kandil) doğuya da batıya da ait olmayan, yağı neredeyse ateş dokunmasa bile ışık veren mübarek bir zeytin ağacından yakılır. Nur üstüne nur. Allah nuruna dilediğini kavuşturur. Allah insanlar için misaller veriyor, Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir.”  

[ Nur Suresi: 35 ]

Allah bir ruh olarak isimlendirmiştir. Şöyle buyurur:

﴾ وَكَذَلِكَ أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ رُوحًا مِنْ أَمْرِنَا مَا كُنْتَ تَدْرِي مَا الْكِتَابُ وَلَا الْإِيمَانُ وَلَكِنْ جَعَلْنَاهُ نُورًا نَهْدِي بِهِ مَنْ نَشَاءُ مِنْ عِبَادِنَا وَإِنَّكَ لَتَهْدِي إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍ ﴿

[ سورة الشورى : 52 ]

 “İşte sana da, emrimizle, bir ruh (kalpleri dirilten bir kitap) vahyettik. Sen kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu, kullarımızdan dilediğimizi, kendisiyle doğru yola eriştireceğimiz bir nur yaptık. Şüphesiz ki sen doğru bir yola iletiyorsun.”  

[ Şura Suresi: 52 ]

Şu güzel özelliklere, sıfatlara bir bak! Nur ve ruh, yine hayat olarak isimlendirilmiştir. Şöyle buyrulur:

﴾ اللَّهُ نُورُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ مَثَلُ نُورِهِ كَمِشْكَاةٍ فِيهَا مِصْبَاحٌ الْمِصْبَاحُ فِي زُجَاجَةٍ الزُّجَاجَةُ كَأَنَّهَا كَوْكَبٌ دُرِّيٌّ يُوقَدُ مِنْ شَجَرَةٍ مُبَارَكَةٍ زَيْتُونَةٍ لَا شَرْقِيَّةٍ وَلَا غَرْبِيَّةٍ يَكَادُ زَيْتُهَا يُضِيءُ وَلَوْ لَمْ تَمْسَسْهُ نَارٌ نُورٌ عَلَى نُورٍ يَهْدِي اللَّهُ لِنُورِهِ مَنْ يَشَاءُ وَيَضْرِبُ اللَّهُ الْأَمْثَالَ لِلنَّاسِ وَاللَّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ ﴿

[ سورة النور : 35 ]

 “Allah göklerin ve yerin nurudur. Onun nurunun misali, içinde kandil bulunan bir kandilliktir. Kandil bir cam içindedir, cam inciyi andıran bir yıldızdır; (bu kandil) doğuya da batıya da ait olmayan, yağı neredeyse ateş dokunmasa bile ışık veren mübarek bir zeytin ağacından yakılır. Nûr üstüne nûr. Allah nûruna dilediğini kavuşturur. Allah insanlar için misaller veriyor, Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir.”  

[ Nur Suresi: 35 ]

Rabbimiz Teala şöyle buyuruyor:

﴾ اللَّهُ وَلِيُّ الَّذِينَ آمَنُوا يُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَالَّذِينَ كَفَرُوا أَوْلِيَاؤُهُمُ الطَّاغُوتُ يُخْرِجُونَهُمْ مِنَ النُّورِ إِلَى الظُّلُمَاتِ أُولَئِكَ أَصْحَابُ النَّارِ هُمْ فِيهَا خَالِدُونَ ﴿

[ سورة البقرة : 257 ]

 “Allah iman edenlerin velîsidir; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlerin velileri ise sahte tanrılardır; onları aydınlıktan çıkarıp karanlıklara sokarlar. İşte bunlar ateşliklerdir, bunlar orada devamlı kalıcıdırlar.” 

[ Bakara Suresi: 257 ]

Akıllı insanın özelliği:

Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

(( اعلموا أن العاقل من أطاع الله ))

[ ذيل تاريخ بغداد لابن النجار عن أبي هريرة ]

 “Bilin ki akıllı olan Allah’a itaat edendir.“  

[ İbn Neccar Zeyl-ü Tarihu Bağdat’da Ebu Hureyre’den nakletmiştir ]

Dünyadaki en üst düzey diplomaya sahip bir insanla karşılaşırsın, görürsün ki o namaz kılmıyor, alkol alıyor veya kadınlar konusunda dikkatli davranmıyor. İşte o zaman bu kişi cahildir. En yüksek seviyedeki diplomaya sahip olsa bile… Çünkü Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

(( العاقل من أطاع الله وان كان دميم المنظر ، حقير الخطر ، دني المنزلة ، رث الهيئة ))

[ أبو داود عن أبي هريرة ]

 “Görüntüsü kötü de olsa, hakir ve tehlikeli de görünse, düşük bir makamı, perişan bir hali de olsa akıllı insan Allah’a itaat eden kuldur.” 

[ Ebu Davud Ebu Hureyre’den nakletmiştir ]

Yani yüksek makamda bir memura gidersin, onun altında çalışanları vardır. Mesela o çalışanı dış görüntüsü perişan bir haldedir, ama kirli değil sadece kıyafeti ucuz şeylerdir, insanların kınadığı bir görünümü vardır, makamı düşüktür, perişan bir haldedir. Fakat o Allah ve Resulüne itaat ediyordur. O zaman bu kişi Allah katında akıllıdır. Çok kıdemli bir memurun kapısında bir örtü gibi durur, o memurun odası lükstür, doktorası vardır, felsefecidir, ukaladır, belgeleri vardır ama namaz kılmaz, Allah ve Resulüne isyan eder, itaat etmez. İşte o memur akıllı değildir. Zira Efendimiz (S.a.v.) şöyle buyurmuştur:

(( العاقل من أطاع الله وان كان دميم المنظر ، حقير الخطر ، دني المنزلة ، رث الهيئة ، وان الجاهل من عصى الله وان كان جميل المنظر ، عظيم الخطر ، شريف المنزلة ، حسن الهيئة ، فصيحاً ، نطوقاً ))

 “Görüntüsü kötü de olsa, hakir ve tehlikeli de görünse, düşük bir makamı, perişan bir hali de olsa akıllı insan Allah’a itaat eden kuldur. Allah’a isyan eden kul ise ne kadar güzel de görünse, yüksek bir makamı da olsa, güzel kılıklı ve güzel ve hoş diksiyonlu da olsa cahildir.” 

Günahlar ile bulunan vasıfların hepsi cehalete, itaatle ilintili tüm vasıflar da ilme eşittir.

Ahmak ile Facir (Günahkar) arasındaki fark:

Sahabe-i Kiram Rasulullah (s.a.v.)’in yanında bir adamı övdüler. Rasulullah (s.a.v) kıvrak zekaya sahipti. Efendimizin huzurunda bir adamı övdüler ama abarttılar. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Adamın aklı nasıldır?” Dediler ki: “Ya Rasulallah, biz onun ibadetteki çabasını (gece namazı), namaza, oruca, hayır yollarına olan iştiyakını haber veriyoruz. Sen bize aklını soruyorsun? Akılla bunun ne ilgisi vardır?” Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:

(( إن الأحمق يصيب بجهله أكثر من فجور الفاجر ))

[ إحياء علوم الدين عن أنس ]

“Ahmak olanın cehaleti ona, facir olanın fücrundan, günahkârlığından daha çok zarar verir.” 

[ İhya-u ulumu’d-din’de Enes’den nakledilmiştir ]

Oruç tutan, namaz kılan, sabah virtlerini uzun yapan, gece namazlarını kılan bir insan cahil olabilir, aklı zayıftır, hatalar yapabilir. İnsanlar günahlar işleyen günahkarlardan kat kat daha fazla bu kişi vesilesiyle dinden nefret ediyor, neden? Çünkü insanlar günahkar bir şahsı günahkar olarak görürler ve ona uymazlar. Kişi facir ise der ki: “Ahiret yok, ben canımın istediği gibi yaşamak istiyorum.” Bu zeka, bu sözlerden Allah’a sığınırım. Bu söz nasıl bir sözdür? Bu kişi kafir ve günahkardır, hem de günahıyla övünür. Fakat namaz kılan, oruç tutan bir kişi sana karşı büyük bir kusur işliyorsa, yalan söylüyor, verdiği sözü tutmuyor, alım satımda dolandırıcılık yapıyorsa sen ondan değil onun dininden nefret edersin.
Yani cahilin cehaleti kendisine Efendimizin de buyurduğu gibi facirin günahkarlığından daha fazla zarar verir.

(( وإنما يرتفع العباد غدا في الدرجات الزلفى عند ربهم بقدر عقولهم ))

 ”Kulları Rableri katında akılları seviyesince yakın seviyelere yükseltileceklerdir.” 

Rasulullah (s.a.v)’in böyle bir hadisi vardır, Subhanallah! Aklıma bir yorum geldi. Bir kişinin bir yapının üzerinde evi var diyelim. Bu ev boyalı, sıvalı, kiremitli, elektriği suyu verilmiş, kamu hizmetlerinden faydalanan bir ev, sonra döşenir, direkleri vardır. Ama eğer yapı üzerinde bir evi yoksa, ortada ev yoksa herhangi bir şartla sıvacıya gider. Çimento ve ince kum getirir. Döşetmek istediğin ev nerede? Fayans satın alır, boya alır ama evi yoktur. 
Bir şeyin direği nedir? Temelidir. Kişinin bir evi yoksa onu nasıl dayayıp döşeyebilir? İşte efendimiz “kişinin direği, temeli aklıdır.” Buyuruyor. Eğer kişinin aklı yoksa hiçbir şeyi yoktur. Ne kadar kendini süslese de, evine özen gösterse de, aklı yoktur bir kere. Akıl kişinin temelidir. Aklın delili de etkileridir. Akıllı insan Allah’a itaat eden, Allah’tan korkandır. Akıllı olan odur. Bir insanın aklı yoksa onun cehaleti sorgulanmaz. Yapının temeli yoksa hepsi boştur. Bir kişi ikinci el pazarında bir buzluk görür, çok pahalı değildir, bin lira ücreti vardır. Değeri ise aldığı üç bin liralık üründen daha fazladır. Tecrübesi onu yönlendirir, elektriğe takar ışığı yanar. O da alır buzluğu evine götürür. Elektrik prizine takar ama ses gelmez. Çünkü motoru yoktur. Buzdolabının temeli esası motordur. Ama motoru yoktur. Boş bir şeye değer biçmiştir.
Değerli Nebi (s.a.v.) buyurdu ki: Kişinin temeli aklıdır, aklı olmayanın hiçbir şeyi yoktur.” Efendimiz buyuruyor ki:

(( ما اكتسب رجل مثل فضل عقل يهدي صاحبه إلى هدى ويرده عن ردى ))

[ بغية الباحث عن زوائد مسند الحارث عن عمر بن الخطاب رضي الله عنه ]

 “Hiç kimse sahibini hidayete erdiren ve onu helakten döndüren akıl gibi değerli bir şeyi elde etmemiştir.” 

[ Haris’in Müsned’inin Zevaid’inde Ömer b. Hattab’dan nakledilmiştir ]

Böyle bir kazanç yoktur. Şimdilerde kazanç yolları çok çeşitlidir. Sana der ki: Bu kişinin gayrimenkulleri yani arazileri, zabıtları, binaları, tarım arazileri, çiftlikleri var. Gayrimenkuller bir kazançtır, bu bilinir. Veya menkul olan malların tamamı da böyledir. Ama Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:

(( ما اكتسب رجل مثل فضل عقل يهدي صاحبه إلى هدى ويرده عن ردى وما تم إيمان عبد ولا استقام دينه حتى يكمل عقله )) 

 “Hiç kimse sahibini hidayete erdiren ve onu helakten döndüren akıl gibi değerli bir şeyi elde etmemiştir. Kişinin aklı kemale ermedikçe imanı da tamama ermez, dini de sabit olmaz.” 

Yani akıl temeldir, esastır. Efendimiz (s.a.v) şöyle buyuruyor:

(( تبارك الذي قسم العقل بين عباده أشتاتا إن الرجلين ليستوي عملهما وبرهما وصومهما وصلاتهما ولكنهما يتفاوتان في العقل كالذَّرَّة في جنب أُحُدٍ وما قسم الله لخلقه حظا هو أفضل من العقل واليقين ))

[ الترمذي من رواية طاوس ]

 “Aklı kulları arasında bölüştüren Allah Azze ve Celle ne yücedir. İki kişi işlerinde, salih amellerinde, oruçlarında ve namazlarında eşit olsalar fakat akıl konusunda Uhud eteklerindeki bir zerre gibi farklı olsalar, Allah’ın varlıklar arasında dağıttığı pay akıl ve yakînden daha hayırlıdır.”  

[ Tirmizi Tavus Rivayeti ]

Yine Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyuruyor:

(( إن الرجل ليدرك بحسن خلقه درجة الصائم القائم ولا يتم لرجل حسن خلقه حتى يتم عقله فعند ذلك تم إيمانه وأطاع ربه وعصى عدوه ))

[ أحمد عَنْ عَائِشَةَ ]

 “İnsan güzel ahlakı sayesinde oruç tutan, namaz kılan kişilerin derecesine ulaşır. Güzel ahlakı da aklı kemale ermedikçe tamam olmaz. O zaman imanı, Rabbine itaati, düşmana karşı isyanı tam olur.”  

[ Ahmed b. Hanbel Hz. Aişe’den nakletmiştir ]

Akıl mihenk taşıdır:

Bütün hadisler gösteriyor ki mihenk taşı akıldır. İnsan neden bir kardeşine “bu derslerden nasıl istifade ettin? Cuma dersinden bahseder misin?” diye sorar? Düşünen bir aklı varsa aklını sınıyordur, “Vallahi onun imanı iyidir.” Diye cevap verir. Der ki: “Bu vaiz kimdir?” “Akıllara durgunluk veren bir şey”, “ondan ne duydun?” “Vallahi o büyük bir vaiz maşallah.” Yüksek sesle, “ne öğrendin?” “Vallahi vaaz mükemmel.” “Yeni bir ayet öğrendin mi?”  der ki: “Bu vaizin eşi benzeri yok.” Şimdi bu adamın aklı nerede? Bir ayet söyle! İnsan bir ders dinlediğinde ne elde eder? Vakit değerlidir. Git, uyu sen duyduklarına anlam veremiyor, akledemiyorsun. Çünkü vakit değerlidir.

(( ....ولا يتم لرجل حسن خلقه حتى يتم عقله فعند ذلك تم إيمانه وأطاع ربه وعصى عدوه ))

“Bir kişinin aklı tamam olmadıkça ahlakı tamam olmaz. Ancak o zaman imanı tam olur ve Rabbine itaat eder, düşmanlarına isyan eder…”  

Müslümanlar Uhud Gazvesi’nden döndüklerinde Rasululah (s.a.v.) insanların şöyle dediklerini duydu:

(( فلان أشجع من فلان وفلان أبلى ما لم يبل فلان ونحو هذا فقال رسول الله صلى الله عليه و سلم : أما هذا فلا علم لكم به ، قالوا : وكيف ذلك يا رسول الله ؟ فقال صلى الله عليه و سلم : إنهم قاتلوا على قدر ما قسم الله لهم من العقل وكانت نصرتهم ونيتهم على قدر عقولهم ))

[ أخرجه ابن المجبر عن أبي هريرة ]

 “Filanca filancadan daha cesurdur, falancanın yapamadığını filanca yapmıştır gibi… Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Bunun hakkında hiçbir bilginiz yok.”  Dediler ki: “Bu nasıl olur Ya Rasulallah?” şöyle cevap verdi Efendimiz: “Onlar Allah onların kendilerine verdiği akıl nispetince savaştılar, zaferleri de niyetleri de akıllarına göreydi.”  

[ İbn Mucbir Ebu Hureyre’den nakletmiştir ]

Böyle söyledi: Ben cesurca savaşırsam insanlar beni överler. Bu o kişinin aklını bozar, hayatını mahveder. Ama insan eğer aklı nispetince Allah’ın dinini yüceltmek için (i’la-yı kelimetullah için) savaşırsa büyük ecir kazanır.

(( عن عائشة رضي الله عنها قالت يا رسول الله : بما يتفاضل الناس في الدنيا قال : بالعقل ، قلت وفي الآخرة ، قال : بالعقل ، قلت : أليس إنما يجزون بأعماله ، فقال عليه الصلاة والسلام : يا عائشة وهل عملوا إلا بقدر ما أعطاهم الله عز وجل من العقل ))

[ عن عائشة ]

Hz. Aişe’den nakledildiğine göre O efendimize sordu: “Ya Rasulallah, insanlar dünyada ne ile yarışırlar?” “Akılla” buyurdu. Hz. Aişe “Peki ahirette?” diye sordu. Rasulullah (s.a.v) şöyle cevap verdi: “Akılla.” Hz. Aişe diyor ki: “Dedim ki: ‘onlar amellerinin karşılığını almayacaklar mı?’ Buyurdu ki: “Ya Aişe, onlar ancak Allah’ın kendilerine verdiği akıl nispetince amel etmiyorlar mı?” (H.z Aişe)
Amelleri akılları kadardır. O zaman dünyada insanlar akılları ile, yine ahirette de akılları ile yarışacaklar.

Akıl kesbîdir (kazanılan, elde edilen bir şeydir) ve insan onu nasıl kullandığından sorumludur:

Akıl kesbî (kazanılan, elde edilen) midir yoksa fıtrî (doğuştan) midir? Bu önemli bir soru. Eğer fıtri ise onun için bir günah olmaz. Allah ona %80 verir, %80 alır, diğerine %10 verir. Hayır, akıl kesbîdir. Akıl sen kullansan da kullanmasan da vardır. Ahirette insanların en aptalı dünyadaki en zeki insan olabilir. Akıl vardır ve kişi onu kullanmamaktan dolayı sorumlu olur, olmamasından dolayı değil.
Allah aklı yarattığı zaman ona “ilerle” dedi, ilerledi, “anla, kavra” dedi, kavradı. Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu: “İzzetim ve celalime yemin olsun, senden daha şerefli bir varlık yaratmadım. Seninle alır, seninle veririm, seninle mükafatlandırır, seninle cezalandırırım.”

İnsanın Allah katındaki değeri aklî dengesi kadardır:

Her zaman özetinde özeti şudur; Allah katındaki değerin düşünmeniz, tefekkürünün varlığı kadardır. Her şey gayet nettir:

(( أحب المؤمنين إلى الله عز وجل من نصب في طاعة الله عز وجل ونصح لعباده وكمل عقله ونصح نفسه فأبصر وعمل به أيام حياته فأفلح وأنجح ))

[ أخرجه ابن المجبر من حديث ابن عمر ]

“Müminlerin Allah katında en sevgili olanı Allah itaate kendini adamış, kullarına nasihatte bulunan, aklını kullanıp kendine de nasihat eden, hayatı boyunca sabredip emel den, sonunda da başarılı olup kurtuluşa erendir.”  

[ İbn Mücbir İbn Ömer’den nakletmiştir ]

Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:

(( أتمكم عقلاً أشدكم لله تعالى خوفاً ))

[ أخرجه ابن المجبر من حديث أبي قتادة ]

“Aklı en üst düzeyde olanınız Allah’tan en çok korkanınızdır.” 

[ İbn Mücbir Ebu Katade’den nakletmiştir ]

Bu bölüm aklın değeri ile ilgilidir .Biz bu bölümde hadislerden ifade etmeyi istediğimiz miktarda okumak istemiyoruz. Her insan aklını Allah Azze ve Celle’ye olan itaati ile ölçer. Her günahın Allah katında bir cezası ver itaatin de Allah katında bir mükafaatı vardır. Eğer kişinin istikameti tam ve eksiksiz olursa, amelide salih olursa o zaman aklı çok iyi demektir. Ama eğer istikametinde bir kusur varsa…
Çok anlattığım bir örnek vereyim, şu an konuya çok uygun olduğu için tekrarlamakta fayda var. Sıcak bir yaz gününde bir muhacir otobüsü Merce’de durmuştu. Doğu yönünde durmuştu, otobüse bir yolcu bince güneşin sağ tarafta, gölgenin de sol tarafta olduğunu görüyordu. Ben otobüse bindiğimde yolcuların akıllarını sınadım. Bir yolcu otobüse bindi ve güneşe oturdu. Temmuz ayıydı, bir yolcu da geldi gölgeye oturdu. Gölgeye oturan aklını çalıştırmamıştı, düşünmemişti. Gölge bulmuş ve içgüdüsel olarak oraya oturmuştu. Ama güneşe oturan aklını kullanmıştı. Gölgeye oturan kendi kendine güneşe oturanın aptal olduğunu düşünebilir. Ama bu otobüs iki dakika sonra Merce meydanına doğru dönecek, güneş tarafına oturan hat boyunca gölgede kalacak, gölgeye oturan ise hattın sonuna kadar güneşte kalacaktı.
Aklın tanımı, bir şeye varmadan önce onun bilgisine ulaşmaktır. Filanca zekidir… Zekinin manası nedir? Yani o geleceği hayal eder, öngörülüdür. Zeki öğrenci imtihanı düşünür, Eylül ayında sınavı kafasında kurgular, sınav korkusunu yener ve kendini hazırlar.
İki balıkçı içinde üç balık bulunan bir Göletin yanından geçerler. Denir ki balıkların biri çok akıllıdır, diğeri akıllıdır, bir diğeri de aptal bir balıktır. Göldeki balıkları avlamak için tekrar oraya dönmek için sözleşirler. Bir balık onları duyar – farazi bir hikayedir.- Akıllı olan şüphelenir, korkar ve der ki: “Akıllı olan kişi bir şey olmadan önce önlemini alır.” Burada bulunanlardan ölmeyecek olan var mı? Hayır! O zaman akıllı olan ölmeden önce önlemini alır. Ahmak ise ölümün kendisine ansızın geldiği kimsedir. Allah Teala şöyle buyurur:

﴾ فَلَا صَدَّقَ وَلَا صَلَّى * وَلَكِنْ كَذَّبَ وَتَوَلَّى * ثُمَّ ذَهَبَ إِلَى أَهْلِهِ يَتَمَطَّى ﴿

[ سورة القيامة : 31-33 ]

 “Vaktiyle o hakka inanmamış, namaz da kılmamıştı. Aksine inkâr etmiş, haktan yüz çevirmişti. Sonra da çalım sata sata yürüyüp yandaşlarına gitmişti.” 

[ Kıyame Suresi: 31-33 ]

Bu çok akıllı balık “Akıllı olan kişi bir şey olmadan önce önlemini alır” der ve göletten çıkar, böylece kurtulur ve rahatlar. İkinci akıllı olanın zekası bir tık aşağıdadır, o da balıkçılar gelinceye kadar yerinde kalır. Sonra arkadaşının çıktığı yerden çıkmak için gider ama yer kapalıdır. Der ki ben ihmalkâr davrandım ve bu da benim ihmalimin cezasıdır. Ancak ümidini kesmez. Sonra ölmüş numarası yapar ve suyun yüzeyine çıkar. Balıkçı onu alır ve nehir ve gölet arasında bir yere koyar, o da nehre atlar ve kurtulur. Ama risk almıştır, kurtulma ihtimali %50’dir. Eğer balıkçı onu uzak bir yere koysaydı ölecekti. Aptal olan diğerine gelince o ise avlanana kadar aynı yerde gidip gelmeye, yüzmeye devam etti ve avlandı.

Tüm dersin özeti Rasulullah (s.a.v.)’in şu hadisidir: “Akıllı olan nefsini küçük görür, ölümden sonrası için çalışır, aptal ise nefsine uyar, Allah’tan bekler durur.”
Rasulullah (s.a.v.) zeki insanın nefsine hakim olacağını biliyordu. Zeki insan ölümden sonrası için çalışır ama aptal nefsine, heva ve heveslerine uyar. Ben insanlarla beraberim, herkes böyle yapıyor. Bir tek ben mi üstünüm? Herkesin cehenneme gitmesi akıl alır bir şey midir? Bu boş bir sözdür. Allah Azze ve Celle’nin emirleri bellidir ve senin kimsenin hayatıyla işin yoktur. Hepiniz kendinizden sorumlusunuz. Aptal nefsine, heva ve heveslerine uyar ve daima Allah’tan bekler durur.

* * *

Sabit b. Kays:

Sabit b.Kays (r.a.) Hazret kabilesinin seçkin efendilerinden, Yesrib’in sayılı simalarından biriydi. Bunun yanında çok zeki, akıllı, hazır cevap biriydi. Dersimizin bir uygulaması gibiydi, zeki, hazır cevap, harika bir diksiyona sahip, güzel sesliydi. Konuştuğunda tartıştıklarına galip gelir, vaaz ettiğinde dinleyenleri büyülerdi. O İslam ile ilk şereflenenlerdendi. Çünkü Mekkeli genç Musab b. Umeyr’in mükemmel sesiyle okuduğu yüce ayetleri işittiğinde, Kuran’ın o tatlı tınısı adeta onu büyülemişti.  Kuran’ın mükemmel beyanı kalbini ele geçirdi, dinin getirdiği her şey kalbini çeldi ve Allah Azze ve Celle onun gönlünü imana açtı. En üst düzeyde bir zikir ile peygamber efendimizin sancağı altında İslam ile inzivaya çekildi.
Rasulullah (s.a.v.) Medine’ye muhacir olarak geldiğinde Sabit b. Kays O’nu kavminden büyük bir atlı grubuyla çok güzel bir şekilde karşıladı. Zira insan Rasulullah (s.a.v.)’e ikramda bulunursa bu Allah’a ikram demektir. Bir mümin kardeşin sana ikramda bulunduğunda sanki bu Allah’ın sana ikramıdır. Hadis-i şerif de böyledir:

(( من أكرم أخاه المؤمن فإنما أكرم الله ))

[ الأصبهاني في ترغيبه عن جابر ]

 “Kim mümin kardeşine ikramda bulunursa bu Allah’ın ikramıdır.”  

[ İsfahani et-Tergib isimli eserinde Cabir'den nakletmiştir ]

Sabit b. Kays Rasulullah (s.a.v.) ve Hz. Ebu Bekir’i en güzel şekilde selamladı. Onlara Allah’ı hamd etme ile başlayan güzel bir konuşma yaptı, Allah’a hamd-ü senada bulundu, peygamberine salat ve selam getirdi ve sözünü “Ey Allah’ın resulü seni kendimizi, çocuklarımızı ve kadınlarımızı muhafaza ettiğimiz şeylerden muhafaza edeceğimize söz veriyoruz.” Diyerek sonlandırdı. Ve sordu: “Buna karşılık bize ne vardır?” Rasululah (s.a.v.) “cennet” buyurdu. Cennet kelimesi insanların kulakları ile musafaha ettiğinde yüzleri sevinçle parladı, içleri sevinçle doldu ve şöyle dediler: “Biz Razı olduk Ya Rasulallah, Razı olduk Ya Rasulallah, o günden sonra Rasulullah (s.a.v.) Sabit b. Kays’ı şairi Hasan b. Sabit gibi hatibi olarak seçti. Arap heyetler geldiğinde heyetlerin hatip ve şairleriyle karşılıklı övgülerde bulunulması, fasih bir dille tartışılması için hatiplerle iletişim kurması için Sabit b. Kays’ı, şairler ile görüşmesi için Hasan b. Sabit’i görevlendirdi.

Sabit b. Kays’a Rasulullah (s.a.v.)’in büyük müjdesi:

O, peygamber Efendimizin özel hatibiydi. Sabit b.Kays derin bir iman güzelliğine sahipti, sadık bir takva sahibiydi, Rabbinden çok korkardı, Allah Azze ve Celle’nin gazabına sebep olacak her şeyden büyük bir dikkatle sakınırdı. Rasulullah (s.a.v.) onu bir gün aceleci ve endişeli bir halde gördü. Korkudan ve endişeden titriyordu. Efendimiz sordu: “Sana ne oldu Ya Eba Muhammed?” şöyle cevap verdi: “Ya Rasulallah ben helak olmaktan korkuyorum.” “Neden” diye sordu Rasulullah (s.a.v.) – insanların geneli büyük günahlar işleyip, biz derin rahat bir uyku uyuduk, diyorlar, onlar ölüdürler – ama Sabit b. Kays “helak olmaktan korkuyorum” diyordu. Şöyle dedi: “Rabbimiz Azze ve Celle bizi kendimizde olmayan şeylerle övülmeyi istemekten, bundan hoşlanmaktan men etmiştir. Ben ise övülmeyi seviyorum. Yine bizi gösterişten men etti ama ben güzelliği severim.”–Çok yakışıklı biriydi.- Rasulullah (s.a.v) onu sakinleştirdi ve şöyle buyurdu: “Ey Sabit istemez misin, övülen bir insan olarak yaşayasın, şehit olarak öldürülesin ve cennete gidesin?” Sabit’in bu müjde ile yüzü aydınlandı ve “Tabi isterim Ya Rasulallah” dedi. Efendimiz de şöyle buyurdu: “Bu özellik sende var” 
Yine bir seferinde Rasulullah (s.a.v.) Ukkaşe isminde bir sahabiyi cennetle müjdeledi. Orada ikinci bir sahabi de vardı dedi ki: “Ya ben?” Rasulullah ona “sen cennet ehlinden değilsin.” Dese kırılacak, “cennet ehlindensin” dese yalan söylemiş olacaktı. Şöyle çözdü. Sahabi “ben ya Rasulallah?” diye sorunca Efendimiz “Ukkaşe senden öne davrandı” buyurdu. Yani lütufla sonlanan bir cevap verdi. Ama Sabit b. Kays’a gelince onu da cennetle müjdeledi. Şu ayet inince:

﴾ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَرْفَعُوا أَصْوَاتَكُمْ فَوْقَ صَوْتِ النَّبِيِّ وَلَا تَجْهَرُوا لَهُ بِالْقَوْلِ كَجَهْرِ بَعْضِكُمْ لِبَعْضٍ أَنْ تَحْبَطَ أَعْمَالُكُمْ وَأَنْتُمْ لَا تَشْعُرُونَ ﴿

[ سورة الحجرات : 2 ]

 “Ey iman edenler! Seslerinizi peygamberin sesinden daha fazla yükseltmeyin, birbirinize bağırdığınız gibi ona bağırmayın; sonra farkında olmadan amelleriniz boşa gider.” 

[ Hucurat Suresi: 2 ]

Sabit b. Kays Rasululah’ı çok sevmesine, ona çok bağlı olmasına rağmen meclislerine katılmamaya başladı. Farz namazlar dışında neredeyse evinden hiç çıkmıyordu. Rasulullah (s.a.v.) onun ashabının içerisinde olmadığı anladı. Onu aradı ve “bana haberini kim getirir?” diye sordu. Ashabı onu ne kadar seviyorsa Efendimiz de onları o kadar seviyordu. Kendisinden başka ilah olmayan Allah Teala’ya yemin olsun ki Efendimiz ashabını onların sevdiğinden iki katı fazla seviyordu. Birisi “Ben haber getiririm Ya Rasulallah” dedi ve gitti, Sabit b. Kays’ı evinde üzgün ve dağılmış bir halde buldu. “Sana ne oldu ya Eba Muhammed?” dedi. “Çok kötü bir şey oldu” dedi. “Ne oldu?” diye sorunca şöyle devam etti: “Biliyorsun ben yüksek sesle konuşan gür sesli bir adamım. Çoğu zaman benim sesim Rasulullah (s.a.v.)’in sesinden daha yüksek çıkıyor. Kuran’ın şöyle bir ayeti indi: “Seslerinizi yükseltmeyin.” Sanıyorum ki benim amellerim boşa gitti, ben cehennem ehlinden oldum.” Kuran’ı Kerim’e aykırı davranmaktan ne kadar korkuyorlar! Evine kapanıyor. Evi başına yıkılıyor ve “biz ne yaptık?” diyor. Sonra Adam Rasulullah (s.a.v.)’ geldi ve Sabit b. Kays’ın haberini getirdi, gördüklerini, duyduklarını anlattı. Efendimiz (s.a.v) buyurdu ki: “ona git ve ‘Sen cehennem ehlinden değil, cennet ehlindensin’ de”.  İşte Sabit b. Kays’a cennet müjdesi! Bu müjde hayatı boyunca umut ettiği bir mutluluk oldu. 
Bizde bu endişe var mı? İşte cennet ehlinin terazisi bu, onlar ahiret yurdunun sahipleri, biz de bu kaygı var mı? Kim kendisi için bu kadar korkarsa ona müjdeler olsun, korkmayana da Allah yardım etsin.

Sabit b. Kays’ın Şehit Edilmesi:

Sabit b. Kays Bedir Savaşı dışında tüm savaşlara şahit olmuş, Rasulullah (s.a.v) müjdesi olan şehitlik mertebesi için savaşların ortasına dalmıştı. Her seferinde kurtuldu. Ta ki, Hz. Ebu Bekir döneminde Müseylimetü’l-Kezzab ve müslümanlar arasında yapılan ridde savaşına kadar… Savaşta Sabit b. Kays Ensar ordusunun komutanıydı, Ebu Huzeyfe’nin azatlısı muhacirlerin komutanıydı. Bedeviler de dahil olmak üzere tüm ordunun komutanı ise Halid b. Velid’di. Rüzgar vardı ve devlet Müseylime ile büyük bir savaşa girmişti. Müseylime’nin yaptığı ilk şey Halid b. Velid’in çadırına gidip iplerini kesip parçalamak oldu. Sabit b. Kays Müslümanların dağıldığını, kalplerinin keder ve ıstırapla dolduğunu gördü, göğsünün gam ve kederle dolduğunu işitti. O anda kokusunu süründü, kefen niyetine kıyafetini giydi ve insanların huzuruna çıktı: “Ey Müslümanlar topluluğu, biz Allah Resulü ile böyle savaşmazdık. Düşmanlarınızı size karşı cüret etmeye ne kötü alıştırdınız. Onları terk etmeye nasıl alıştınız.” Sonra bağını göğe çevirdi ve şöyle dedi: “Allahım bu insanların Müseylime’nin yaptığı şirkten seni uzak tutarım, sana karşı Müslümanlara yaptıklarından sen berisin.” Bunun ardından aslanlar omuz omuza harekete geçtiler, Bera b. Malik el-Ensari, Zeyd b. Hattab ki o Hz. Ömer’in kardeşiydi, ve diğerlerinin kalpleri şevk ve kararlılıkla doldu. Müşriklerin kalplerine korku saldılar ve her yönden saldırmaya devam ettiler. Sabit yaraları çok ağırlaşıncaya kadar savaş meydanında her türlü silahla savaştı. Allah’ın kendisine takdir ettiği, Rasulullah’ın müjdelediği şahadete çok sevindi. Ve bu hikaye Sabit b. Kays’ın şahadeti ile sonuçlandı. 

Sabit B. Kays’ın Vasiyeti: 

Bu en ilginç hikayelerden biridir. Sabit b. Kays’ın çok güzel bir zırhı vardı. Yanından Müslümanlardan bir adam geçti ve zırhını çekip aldı. Şahadetinden bir sonraki gece biri onu rüyasında gördü. Rüyasındaki adam ona şöyle dedi: “Ben Sabit b. Kays’ım. Beni tanıdın mı?” Adam “evet” dedi. Devam etti: “Sana bir vasiyette bulunacağım, ama bunun bir rüya olduğunu söyleme, ben dün şehit olduğumda yanımdan bir adam geçti, şöyle şöyle bir adamdı, zırhımı aldı ve filanca yönden karargâhın diğer tarafına doğru gitti. Zırhı çömleğin altına koydu.Çömleğin üstüne de bir semer koydu. Halid b. Velid’e git, bu adamı bulup zırhımı ondan almasını söyle, zırh hala aynı yerde duruyor. Diğer bir vasiyetim, bunun rüya olduğunu söyleme, Halid’e de ki: Medine’de halifenin huzuruna vardığında ona şöyle söylesin: Sabit b. Kays’ın şu kadar borcu var, filanca ve filanca isimli kölelerimi Allah rızası için azat edip borçlarımı ödesin.” Adam uyandı ve hemen Halid b. Velid’e gitti duyduklarını ve gördüklerini anlattı. Halid b. Velid zırhı bulunduğu yerden alıp getirmesi için birini gönderdi. Adam zırhı söylenen yerde buldu ve getirdi. HAlid. Velid Medine’ye döndüğünde Sabit b. Kays’ın haberini ve vasiyetini Hz. Ebu Bekir’e ulaştırdı. Halife vasiyeti gerçekleştirdi, ondan sonra ya da önce kimse bu vasiyetin ölümlünden sonra gerçekleştirildiğini bilmedi. Elbette her insanın öldükten sonra yerine getirilmesi için vasiyet eder ve bu ölümünden sonra yerine getirilir. Ama o öldükten sonra vasiyetini yazdırmıştı. Rasulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Meleklerin gözünde benim gözümdeki değeriniz olsaydı, melekler izimle musafaha ederdi.” 
Şu an keşf durumları bitti çünkü dünya insanlara galip geldi. Dünya dertleri ve süsleri kalpleri yendi, eğer dünya uzakta olsaydı çok ilginç şeyler duyardın.
Bir adam insanların sevdiği bir alimle yürüyordu, insanlar onun aleyhinde konuşuyordu. Doğru olmayan şeylere kendini hazırlamıştı. Kafası karıştı, rahatsız oldu. Sadık bir ilim talebesiydi uyudu ve dedi ki: “Ya Rabbi, eğer bunlar doğruysa bana bildir, fakat ben onun çok sadık biri olduğunu sanıyordum.” Gece uyudu ve rüyasında Rasulullah (s.a.v.)’i gördü. Efendimiz şöyle dedi: ‘Muhammed’in nefsi elinde olan Allah’a yemin olsun ki, o vefatımdan sonra sünnetimi ihya ediyor.’ 
Eğer sadık, dürüst bir insansan bu yeter. Vallahi Rasulullah’ı görür ondan duyarsın. Çok önemli bir sorun varsa tatmin edici bir cevap istiyorsan Rasulullah (s.a.v.)’i görürsün, sana şöyle şöyle der. İşte Sabit b. Kays efendimiz… İnsan Allah Teala’ya kalbini açarsa sabahın nuru gibi sahih rüyalar görür ve sevinir. Ama dünyayı severse her hatanın başında o vardır. Bir şeye olan sevgin seni kör eder, bela getirir. Allah Sabit b. Kays’tan razı oldu, onu da razı etti. O2nu en üst makama yükseltti. 
Bu mucizevi kıssa Sabit b. Kays hakkındaydı. O (r.a.) vera sahibiydi, Allah’ın ve peygamberinin rızasını kazanmaya aşırı istekliydi. Çünkü o hep endişeliydi ama şimdi emniyette, şimdi emniyette olan da kıyamet günü endişeli olacak.

* * *

Allah’ı tanımak dinin temelidir:

Rasulullah (s.a.v.) hadisinde şöyle buyuruyor:

(( أفضل الأعمال العلم بالله ))

[ كنز العمال عن أنس ]

 “Amellerin en faziletlisi Allah’ı bilmek ve tanımaktır.” 

[ Kenzu’l-Ummal’da Hz. Enes’ten nakledilmiştir ]

Rasulullah (s.a.v.) bunu amel olarak isimlendirdi. Sen nereye gidiyorsun? İlim meclislerine katıl ki Allah Azze ve Celle’yi tanı. Amellerin en hayırlısı Allah’ı bilmek, peki bunun sebebi nedir? Rasulullah (s.a.v. ) buyuruyor ki: “Allah’ı bilmek az da amel etsen çok da amel etsen sana fayda verir ama cehalet az da çalışsan çok da çalışsan hiçbir fayda vermez.”
Allah’ı tanımanın yanında az amel sana fayda veriyor. Ama cehaletle birlikte çok fazla amel de etsen hiçbir faydası yok. Aslolan Allah’ı tanımaktır. Allah’ı tanımak az çok amelle sana fayda verirken, cehalet ne az ne de çok amelle sana fayda vermez. Çünkü o amel cehalet üzerine kuruludur. İnsan cami de yaptırsa Allah’ı tanımıyorsa günaha girmiş olur ve Allah’a giden yolu tıkalıdır. Ama Allah’ı tanıyor ve sadece bir Suriye lirası verebiliyorsa en üst makama ulaşabilir. Konu Allah’ı tanıma üzerine kuruludur. Zira Allah’ı tanımak dinin temelidir.

Mevcut Diller

Resmi Gizle